Defterimden Eskizler | 9


Hapishane kapısından girip, hücreme sokulup da karnıma bir yumruk yiyene kadar her şey çok hızlı gelişmişti. Bu yediğim yumruğun sebebini inanın ben de bilmiyorum. Belki de koğuş görevlisinin buradaki bir suçludan( kanımca hapislerde çürüyen tonla masum beden var) farklı bir hayat yaşamıyor olduğu gerçeğini fark etmesi onda bir hazımsızlık duygusu oluşturmuştu ve bu duygu, onun kendini beğenmişliğiyle birleşip böyle bir öfkeye dönüşmüştü. Bilemiyorum. Ama çok iyi bildiğim bir şey var, o da çoğu insanın perdenin arkasına bakmaması. Kimi zaman unuturlar, kimi zamansa görmezden gelirler. Çünkü bu tozlu yer onların en büyük korkularıyla kaplıdır. Gerçeklerle. Benim zoruma gidense(aslında öfkelenmiyorum buna, sadece gülüyorum bilmiyorum belkide sinirimden gülüyorumdur), bir insanın dört duvar içinde mi yoksa dışarıda görünmez bir zincirle mi özgürlüğünün alınacağına işte bu insanların karar vermesi. Her neyse. Karnımdaki acının sebebi o aptal koridorda ilerlerken sadece ayak seslerini duyabiliyordum. Buna artık alışmıştım. Yaklaşık 2 aydır buradayım ve bazı şeyler artık klişeleşmeye başlamıştı. Bir şey hariç. Hücre arkadaşım... Kendisi buraya benden önce gelmişti. İri yarı bir yapıya sahip, yufka yürekli tatlı bir adamdı. Bir iki hafta içinde samimi arkadaşlar olmuştuk. Aslında onu ilk gördüğümde her gece hırpalanacağım konusunda içimde birtakım düşünceler vardı ama bu koca şapşal bana ön yargının kötü bir şey olduğunu kanıtladı( Aslında tam anlamıyla ön yargıya karşı değilim, özellikle de birileri hakkında tahmin ettiğim şeyler doğru çıktığında içimde hoş bir duygu belirir.). Kendisi benim aksime konuşkan bir yapıya sahipti. Ufak hücremize tıkılı kaldığımız her an, hiç zaman kaybetmeden bir sohbet başlatırdı ve bu sohbet koridor görevlisi gelip de ışıkların kapanacağına dair bir kaç boş sözcük gevelediği zaman boğazımıza tıkılan bir hevesle sona erene kadar devam ederdi. Bundan yaklaşık iki hafta önce(ne bir saat, ne bir takvimimiz olmadığından günleri saymak epey zor oluyor) gece vakti kapımıza iki görevli gelmişti. Bu ikisi, benim iri dostumu hızla uykusundan uyandırıp yanlarında götürmüşlerdi. Gürültüye uyandım ve yarım açık göz kapaklarımın arasından bulanık bir görüntü gördüm. İkisinin elinde de silah vardı ve arkadaşıma doğru doğrultulmuştu. O ise uyku sersemi bir şekilde ağzının içinden birkaç onay sözcüğü söylüyor ve denilenleri yapıyordu. Dışarıya çıktıktan sonra kapıyı sertçe çektiler ve hücremizden uzaklaşmaya başladılar. Uykum, son iki dakikada olan olayların yarattığı merak ve heyecan duygusundan daha baskın geliyordu. Yine de kendimle savaşıp ayağa kalktım ve demir parmaklıklı kapıya doğru ilerledim. Dışarıya tam göz attığım sırada hücremin önünde yanan tek lamba da söndü ve hem etraf hem de ben zifiri karanlığa gömüldük... O günden beri dostumu görmedim. Hayatta mı yoksa ölü mü olduğunu bilmiyorum ama ne kadar kendimi kandırmamak için iyimser düşünceleri yalanlasam da , içimde ufak, küçücük bir yerde bunun aksi bir düşünce yeşeriyordu...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mini Belgesel | Karıncalar

Yükseliş | Önizleme

Solmuş Serenat